Sunday, March 18, 2007

Jelibon

Ilk kimin sayfasinda gordum Jella'nin adresini hic hatirlamiyorum. Ama Paris'e gelecegini "iste ben suraya gidiyorum" deyip bir fotografla (ki Paris'e hic gelmemis olanlarin oradaki sehrin Paris oldugunu hayatta anlayamayacagi bir fotografti o) blog cemiyetine anons ettigi gunu cok net animsiyorum. Gelecegi/ gezecegi/ carpilacagi sehrin adini sir gibi saklayan Jella, kendini de sir gibi saklayip esrarengizce geldi, ruzgar gibi gecti ve gitti. Biz parizyenler, israrla bizi arayip, gorusme/ tanisma/ kaynasma teklifinde bulunmasini bekledik Jella'nin. Teklif bizden geldi, bizim bu diyarlarda kizlar teklif ediyormus, biz de hic sakinmadik. Israr bile ettik. Tinmadi Jella Hanim. Utangacmis, cekinirmis, sonradan ogredik. ( Jella'ya not: Oysa bilmiyorlar ki bizim buralarda tukurerek yemek yenmez, cok ayip olur o zaman. Anlatamadik Jella'ya, tukurerek yemek yemedigimizi, elit parizyen stilimizin altinda honkurerek lokma cigneyen bir canavar barindirmadigimizi)

Gel zaman git zaman, onlar muratlarina erer, kimileri kerevetlerine cikarken, sessizce, dag gibi buyudu icimde "Jella bugun ne yazdi acaba" meraki. En cok actigi basliklardan, post'ta ne yazmis olabilecegi oyununu oynamayi sevdim, onceleri. Sonra ciddi ciddi zaman ayirip okumayi, satir aralarina bakmayi, arada arsivlerine dalmayi jelatin'in. Giderek aliskanlik oldu Jella, gunun ilk sabah kahvesiyle birlikte icilen satirlar oldu, sicacik kruasan (croissant diye yazilir parizyence/fransizca aslinda) kokusuyla karisti Jella'nin tanimadigim, ama artik bildik gelen kokusu/dokusu. Hic gormedigim, bilmedigim, komik koment sendromuma dahil ettigim blogir dostum oldu.

JellaBella'dan bana bir mail gelip de, MSN'de her allah'in gunu (Jella'ya -sizlere anlamsiz gelecegi suphesiz- not: VOGUE) sohbet etmeye basladigimiz, kutsal addettigimiz o gunden once sobelenmis olsaydim, daha objektif bakabilirdim onun yazdiklarina, bloguna. Ama simdi tutup da bana diyor ki, hadi yaz Ezop, nasil buluyosun blogumu... Ne yazayim bilemedim, bilemiyorum, aslina bakarsaniz daha tek satir da yazmadim sunca cumle arasinda blogu hakkinda.

Oscar Wilde amca bir gun soyle bir laf etmis: "It is absurd to divide people into good and bad. People are either charming or tedious."
Iste Jella ve blogu bu 'charming' kategorisindeler benim icin. Tutku'nun dedigi gibi, cok okuyan, cok dusunen, ince eleyip sik dokuyan insanlarin yazdigi her satirdan belli olur kaliteleri. Jella'nin blogu da boyle. 24 karat altindan, piril piril, gencecik bir kadinin; annesinden kalma eldivenleri ozenle sakladigi cekmesinden cikan, omo'yla yikanmis gibi tertemiz, mis kruasan kokulu gunlugu. Kendi hayatina, sizlere, bizlere, herkese, etrafinda ne olup bitiyorsa her seye, daha bu yasinda objektif bakabilmeyi bilen, elestiren, elestirileri ustalikla kaldirabilecegi yasa (ki kimileri bu yasa/bu olgunluga asla erisemezler bile) oldukca yaklasmis kola aromali bir Jelibon.


Bilemiyorum sobelenenlerin tekrar sobelenme haklari/istekleri var mi.
Ama ben en cok Alenoar'imin, Deryik'in ve de Jella'nin yazmasini istiyorum. ortaya ipi birakiyorum, bu delinin ipiyle kuyuya inene frambuazli macaron hediye. Alenoar Sobe! Deryik Sobe! Jella Sobe!